Türk Tarih Sözlüğü

ÂBADİ KÂĞIT 

Padişah mektuplarının, ferman metinlerinin yazımında kullanılan değerli bir kâğıt türü. Sarımtırak, şeker beyazı, pembemsi renkte çeşitleri vardı. Tuğralı, tezyinatlı önemli belgeler, âbadî üzerine altın yaldız ve renkli boyalarla işlenirdi. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine dek kullanılmıştır. 

ABÂNİ 

İnce ipekten üzeri işlemeli sarık kumaşı. 19. yy’da daha çok fes üzerine şerit halinde sarılarak eski sarık formlarının yerine kullanıldı. Abânili fes, ilmiye sınıfı dışındaki, okumuş, dindar, yaşlı taşra insanlarınca benimsenmişti. 

ÂBİDE-İ HÜRRİYET 

II. Meşrutiyet ve 31 Mart Olayı şehitlerini ve meşrutiyetin anlamını simgelemek için Şişli’de Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde yapılan anıt. Devrimin birinci yıldönümü olan 23 Temmuz 1909'da temeli atılmış, yapımı kısa sürede tamamlanmıştır. 

ACEMİ KIŞLASI 

İstanbul’un Vezneciler semtindeki ünlü kışla. Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasından sonra, Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adı altında kurulan yeni ordu için acemi eğitimleri de bir süre burada yapılmıştı.

ACEZE-İ AHALİ 

Halkın güçsüz, yoksul kesimi. 19. yy ikinci yarısında, yitirilen topraklardan göçenler, büyük yangınlarda evsiz barksız kalanlar, Anadolu’dan gelen başıboşlar, İstanbul’da aç susuz kalabalıklar oluşturmuşlardı. Yazarlar, aydınlar, devlet adamları, bunları korumaya yönelik bir kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. "Himaye-i Aceze", "Dârü'lAceze" gibi kurumlar bundan sonra ortaya çıktı. 

AÇIK İBÂRE 

Anlaşılır, arı dil. III. Selim’in başlattığı Osmanlıca’nın Türkçeleştirilmesi süreci, II. Mahmud ve Tanzimat dönemlerinde hızlandı. Bir kısım Tanzimat yazarları, arı dil anlamında bu deyimi kullandılar. 

ADA MİSAFİRLERİ 

31 Mart Olayı ardından, Sıkıyönetim'ce İstanbul dışına çıkarılmaları zorunlu görülüp toplanan ve Adalara gönderilen II. Abdülhamid döneminin önde gelen yöneticileri. Basın, sayıları yüzü aşan bu ünlü kişileri bir süre bu adla anmıştır. 

ADEM-İ MERKEZİYET 

Merkeze ait genel hizmetlerden ve yürütme yetkilerinden bir bölümünün yarı özerk ve bağımsız taşra birimlerine bırakılması. II. Mahmud'a gelesiye, devletin düştüğü zaaf den birçok derebeyi-paşa, kendi yörelerinde adem-i merkeziyetin de ötesinde bir yetkiyle buyrukçu olmuşlardı. II. Mahmud merkeziyetçiliği yeniden kurmaya çalıştı. Tanzimat ise çok ihtiyatlı bir biçimde adem-i merkeziyeti öngördü. II. Meşrutiyet’e doğru Prens Sabahaddin yurt dışında "Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet" adlı bir cemiyet kurdu. 

ÂDET-İ NAS 

Toplumun benimsediği, uzun zaman uygulanagelmiş kurallar. Yörelere göre değişir. 

ADLÎ ALTINI 

II. Mahmud döneminde basılan altın para. Bir yüzünde "duribe fi dârü’l-hilafeti’l-aliyye", diğer yüzünde "sultan-ı selâtin-i zaman Mahmud Han" yazılıydı. 1830’da hayriye altını basılarak tedavülden kaldırıldı ise de uzun bir süre ziynet altını olarak kullanıldı. 

ADLİYE MAHKEMESİ 

Tanzimat döneminde kurulan ve genel hukuk kurallarına göre çalışan yargı organı. Nizamiye Mahkemesi. 

ADLİYE ve MEZAHİB NEZARETİ 

Tanzimat’tan sonra bir süre Adalet işlerini, bu arada azınlıkların mezhep ve imtiyaz hukuklarını yürüten kuruluş.

AFALLAHÜ ANH 

"Tanrı bağışlasın." anlamında bir dua. Hüccet, sicil, tevki vb. belgelere, Kadı’nın adı ile birlikte yazılırdı. Bu deyim, kimi zaman da "afallahü anhüma", "afa anh", "ufiye anh" biçimlerinde yazılıp okunurdu. Tanzimat döneminde kadı imzalarının bu deyimi kullanmadan yazılması yaygınlaştı. 

AFRİKA-İ OSMANΠ

19. yy ikinci yarısından sonra Mısır ve Libya’ya verilen ad. 

AĞA 

Halka ve Yeniçeri Ocağı’na özgü bir unvan olup 19. yy’da daha çok, okuyup yazması olmayan redif subaylarına, milis komutanlarına verilmiştir. Halk arasında ise aile büyüklerine, derebeyi kökenli köy ve kasaba ileri gelenlerine eskiden olduğu gibi ağa denilmesi sürdürüldü. Saray ve konakların harem bölümlerinde görevli zenci hadımlara da "ağa" denirdi. 

AĞA KAPISI 

İstanbul'un Süleymaniye semtindeki Yeniçeri Ağası’na özgü yapılar blokunun adı. Ocak kapatıldıktan sonra burası Şeyhülislamlık makamı (Bab-ı Meşihat) oldu. 19. yy sonunda bir yangında büyük bölümü yandı. 

AĞALIK HAKKI 

Dirlik sahibinin, toprağı tasarruf eden kişinin ölümü ardından, yeni hak sahibinden aldığı bir çeşit vergi. Tanzimat’ta kaldırılmıştır. "Resm-i zemin", "salâriye" de denirdi. 

AĞAVAT OCAĞI 

Başta Saray, veliahd, şehzade efendiler ve hanım sultanların saray ve konaklarında görevli tüm haremağalarını kapsayan kurum. Osmanlı saltanatının sonuna kadar varlığını korumuştur. Bu ocağın özel bir dairesi vardı. Boşta kalan haremağaları burada barınırlar, yeni açılan sultan daireleri için haremağası gerekince seçim buradan yapılırdı. 

AĞAYAN 

"Ağa"nın çoğulu. Osmanlı Sarayı geleneğinde iki türlü "ağayan" vardı. Asıl saray’da görevli ağalara (harem ağası, ak ağa ve diğerleri) "ağayan-ı enderun", saray dışındakilere ise "ağayan-ı birûn" denirdi. 

AĞNAM RESMİ 

Küçükbaş hayvanlardan alınan bir vergi. Bu verginin değişik dönemlerde oranı ve adı değişmiştir. Kimi yerlerde selamet akçası, geçit resmi, ağıl resmi, çit parası, ağnam bacı, serçin, derçin, zebhiyye, mürde bacı, otlak, yaylak, kışlak resmi... denilmiştir. İltizam usulü ile toplanırdı. 1824, 1857, 1863,1870 tarihlerinde bu vergiye ilişkin düzenlemeler yapıldı. Hayvan başına 10 kuruştan, 3,5 kuruşa kadar düşürülen ağnam resmi Osmanlı Devleti'nin sona ermesine dek alınmıştır. (Daha önceki yüzyıllarda buna "âdet-i ağnam" deniyordu.) 

ÂHAR 

Yazının türüne ve kullanılacak boya ve mürekkebe göre kâğıdın cilâlanmasında kullanılan, yumurta akı, zamk, üstübeç gibi maddelerden hazırlanmış özel madde. Sert perdahlarla yapılan cilalanmaya ise "mühre" adı verilirdi. 

AHD Ü MİSAK-I SENİYYE 

Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun getirdiği yeni esaslara uyacağına ilişkin Sultan Abdülmecid’in, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde ulemâ ve vükelâ önünde ettiği yemin. 

AHİDNÂME 

Osmanlı Devleti ile başka bir devlet arasında imzalanan, barışa, güvenliğe, ticarete ilişkin antlaşma. Fakat daha çok Kapitülasyon için kullanılmış bir terimdir. Bir Ahidnâme, genel çizgileri ile Allaha hamdPeygambere selamAhdin genel anlamı ve uyulması zorunluluğuAhdin kapsamıbağlayıcı yaptırımlarTemenni bölümlerini içerirdi. Kimi zaman siyasal içerikli yazlara da ahidnâme ya da "söz kâğıdı" denirdi.

AHİDNAME-İ HÜMAYUN 

Padişah tarafından çıkarılan bazı fermanlara verilen ad. Bir fermanın bu adı alması için, padişahı bağlayıcı birtakım hükümleri de kapsaması gerekiyordu. 

AHKÂM-I ESASİYE BEYANNÂMESİ 

Gülhane Hatt-ı Hümayunu’na verilen bir ad. Batılılar bu belgeye bir tür "insan ve vatandaş hakları bildirisi" gözüyle bakmışlar, bu anlamdaki "déclaration des droits de l’homme et du citoyen" karşılığı olarak Türkiye’de de bu deyim kullanılmıştır. 

AHKÂM-I ŞERİFE 

Padişahça verilen kesin yazılı buyruklar. Ahkâm-ı şerife, divan-ı hümayun'dan, maliye’den, darbhane’den ve öteki bürolardan çıkıyordu. Bunların yazıldıkları defterlere ise "ahkâm defteri" denmekteydi. Mühimme defterlerine de bir kısım Padişahlık buyrukları yazılırdı. Ahkâm-ı şerife’den bazıları ferman (valilere iş için yazılan) bazıları rüus (atama onayı) gibi değişik adlar alırlardı. 

AHZ-I ASKER FERMANI KIRAATİ 

7 Ağustos 1909’da çıkarılan "ahz-ı asker kanun-ı cedidi" (asker alma yeni kanunu) yürürlüğe konduktan sonra, Müslüman ve Müslüman olmayan tüm Osmanlı gençlerinin kur’a ile askere alınacaklarını açıklayan fermanın bir törenle okunması. İlk kej, 31 Ekim 1909’da İstanbul gençlerine, Beyoğlu Talimhane Meydanı’nda bir top arabası üstünde okunmuştu. 

AKAĞA 

Osmanlı Sarayı'nda görev yapan, çoğu Boşnak asıllı hadımlara verilen ad. Âmirlerine kapı ağası veya Bâbü’ssâde ağası denirdi. Genelde, Sarayın kapı işleriyle görevli olan akağalar, terfi ederek kilercibaşı, hazinedarbaşı, saray kethüdası, kapıağası olurlardı. Padişaha en yakın görevlilerdi. 

AKAĞALAR KAPISI (Bâbüssâde) 

Topkapı Sarayı’nın bu adı taşıyan girişi. Önündeki revaklı bölümde, ayak divanları, bayramlaşma cülus ve biat törenleri yapılırdı. Akağalar Kapısı önündeki son bayramlaşma Sultan Abdülaziz döneminde oldu. 

AK ALEM 

Osmanlı Saltanat Sancağı. • Alemhay-ı Osmanî 

AKAR (çoğulu akarat/akaret): 

Vakfa gelin sağlayan ve vakfın amacı doğrultusunda hayır işlerinin yapılmasına yarayan taşınmazlar. (İstanbul Beşiktaş’da "Akaretler" denen ve evkaf-ı hümayun’a ait olan yapılar gibi.) 

AKÇA 

Eski gümüş para. 17. yy sonunda para birimi "kuruş" olunca, bunun 1/40’ı sayılan "para"nın 1/3’ü değerindeki birime de akça denmiştir. Tanzimat’ı izleyen yıllarda ise piyasada akça diye bir para mevcut değilken, "para" anlamında "akça" deyimi kullanılıyordu. Örneğin "akça farkı" bir bütçe deyimiydi ve gelir gider açığını ifade ediyordu. 

AKÇABAŞI 

19. yy’da, Osmanlı Devleti’nin borç aldığı yerli ve yabancı bankerlere (sarraflara) ödediği faiz. Buna, sarrafiye, güzeşte, senelik nema gibi adlar da verilirdi. Birkaç yılda bir bu faizler, halka yüklenerek ekstra bir vergi olarak toplanırdı. Tanzimat’tan sonra iç borçlanma ve resü‘l-mal uygulamaları yeni düzenlemelere bağlandı. 

AKÇA VE BOHÇA 

Rüşvet ve hediye, iş gördürmek, mevki makam elde etmek için yetkililere sunulan paralar ve değerli armağanlar için kullanılan bir deyimdi. (Kürk ve kumaş gibi hediyeler bohçalanarak götürülürdü.) 

AKEM 

Vergiden bağışık tutulan emlâk. Örneğin, ibadethaneler, elçilik binaları, türbeler, köprüler, vakıf yapıları akem sayılıyordu. 

AKKÂM 

Surre alayı’nda görevli Şam ve Halep halkından kimseler. Bunlar, surre yola çıkmadan İstanbul sokaklarını davul çalıp dua ederek dolaşırlar, kılıç kalkan oynarlar, sadaka toplarlardı. Surre alayı yola çıkarken de gösterilerini sürdürürlerdi. 

AKLÂM 

Kalem’in çoğulu. Osmanlı bürolarında, işlem türüne göre yazılar da değişik olduğundan bunların yazımı için farklı araçlar (kalem) kullanılıyordu. Böylece devlet dairesi yerine zamanla "kalem" ve çoğulu olarak da "aklâm" deyimleri yerleşti. Tanzimat’dan sonra, aklâm-ı selâse, aklâm-ı seb’a, aklâm-ı erbaa gibi eski bürolar kaldırıldı. Bunun yerine "aklâm-ı devlet" denen resmi niteliği daha belirgin bürolar oluşturuldu. 

AKLÂM-I DEVÂİR 

Dairelerin büroları. Bâbıâli'de ve nâzırlıklarda yazı işlerinin yürütüldüğü, herbirinde çok sayıda kâtibin görevli bulunduğu bürolar. 

AKLÂM RÜESÂSI 

Büro şefleri. Hükümet dairelerindeki yazı bürolarının bütün şeflerine deniyordu. 

AKS-İ ZİYA SANATI (fotolitoğraf) 

Fotoğraf tekniği ile taş baskısı. 1874’te bu teknik kullanılarak Paris’te ilk Kur’an-ı Kerim baskısı yapıldı. İstanbul’a getirilen nüshaların beğenilmesi üzerine Matbaa-i Amire’de de Kur’an basımı yapılabilmesi için hey’et-i vükelâdan (bakanlar kurulu) karar çıktı. 

AKVA 

Kullanım özelliği bulunmayan, onur ve be belirtisi sayılan bir çeşit bıçak. Osmanlı Devleti'nin son döneminde, rical denen ileri gelenler bunu törenlerde kemerlerinin arasına sokarlardı. Akva, som sırma işlemeli bir kılıf içinde ve değerli bir köstekle kullanılırdı. 

AKVÂM-I OSMANİYE 

Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan, din, dil ve kültürleri farklı topluluklar. Daha çok, Türk olmayan unsurlar: Araplar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar ve ötekileri. 19. yy’ın sonlarına doğru tüm bunların "Osmanlılık" kavramı içinde bir millet oluşturduğu tezi, birçok aydınca benimsenmiş ve savunulmuştu. 

ALACABEZ 

Osmanlı dokuma sanayiinin en çok ürettiği pamuklu. Zeytinburnu Mensucat Fabrikası’ndaki alacabez dokumacılığının yanısıra el tezgâhlarında da benzerleri üretilmekteydi. Fes rengi ve lacivert üzerine sarı çizgili olduğundan bu adı almıştı. En değerlisi Erzincan alacasıydı. Şam alacası ise ipektendi. Anadolu kadınlarının giyimde kullandıkları başlıca kumaş buydu. 

ALÂMET-İ ŞERİFE 

Tuğra denen padişah imzasının bir adı. Padişahın ismini de içeren simge anlamındadır. Ferman, berat, menşur gibi önemli lere konan tuğralara bu ad verilir ve metinde "... alâmet-i şerifeme itimad kılasız." gibi bir cümleye yer verilerek bu simgenin bir onay anlamı taşıdığı vurgulanırdı. 

ALATURKA SETRE 

Sultan Abdülaziz’in isteği üzerine kendisi için hazırlanan Doğu kıyafetine uyarlanmış redingot. Ölçüleri bol tutulmuş, pantalonu eski dar şalvarları hatırlatacak modelde düşünülmüştü. 

ALAY 

Resmî veya özel amaçlı tören ve gösteriler için kullanılırdı. (Kelime anlamı kalabalık, topluluk demek olduğundan, taburlardan oluşan büyük birliğe de bu ad verilmiştir.) Saray ve askerlikle ilgili olmak üzere; alay meydanı, alay gösermek, alaya binmek, valide alayı, surre alayı, kılıç alayı, selamlık alayı, kadir alayı, bayram alayı, mevlut alayı, hassa alayı, alay kâtibi, alay emini, alay beyi, alay sancağı gibi birçok deyim ve terim türetilmişti. 

ALAY ARABASI 

Törenlerde padişahın bindiği lando türünden atlı araba. Çok görkemli olan bu arabanın özel koşumlu atları, sırma işlemeli giysili seyisleri gözalıcı olurdu. 

ALAY BEYİ 

II. Meşrutiyet’e (1908) dek vilayet merkezlerindeki jandarma komutanlarına deniyordu. Bunlar miralay (albay) rütbesindeydiler. Alay beyi deyimi, Tanzimat’tan önce de zeamet sahipleri için savaş zamanlarında kullanılırdı. 

ALAY ÇAVUŞU 

Padişah bir yere giderken ve geçit törenlerinde önden yürüyerek yol açan güvenlik görevlileri. Ayrıca orduda, komutan emrini birliklere, tellâl gibi bağırarak duyuran askere de denirdi. 

ALAY EMİNİ 

Tanzimat’tan sonra, orduda, kâtip sınıfından ve binbaşı ile yüzbaşı arasındaki rütbede olan görevlilere verilen ad. Alay kâtipliğinden yükselen alay emini, birliğin yönetim ve hesap işlemlerini yürütürdü. Bu unvan 1908’de kaldırıldı. 

ALAY-I AZİM 

Devlet görevlilerinin katıldığı, halkın da izlediği geçit töreni. Ordunun uğurlanması veya cepheden dönmesi gibi vesilelerle yapılırdı. Bu törenlere padişah da katılmışsa "alay-ı azim debdebe-i şevket ü sim" denirdi. 

ALAY İMAMI 

Alaydaki erlerin inanç ve ibadet işlerine yardımcı olan, protokolde yüzbaşıdan önde sayılan din görevlisi. Tanzimat’tan sonra oluşturulan yeni ordu örgütünde yer alan alay imamları,özellikle savaşlarda askerin moralini artırmada kin olurlardı. 

ALAYLI

Yeniçeri Ocağı kapatıldıktan sonra askeri okullardan yetişen subaylar ihtiyacı karşılamadığından, yetenekli askerler arasından seçilen ve zamanla terfi eden subaylara denirdi. Bunlar, II. Abdülhamid döneminde orduda önemli bir yer tuttular. Askerlik dışında, meslek eğitimi görmeden pratik bilgilerle yetişmiş hekim, dişçi vs'ye de alaylı denmiştir. 

ALAY MÜFTÜSÜ 

Alaydaki en yüksek din görevlisi. Terfi eden tabur veya alay imamı, bu göreve yükselirdi. Alay müftüsü protokolde binbaşıdan önde gelirdi. Bir tür sarıklı zabit olan bu müftü, askerlere din dersleri verirdi. 

ALAY RESMİ 

• Cuma selamlığı 

ALEMHÂY-I OSMANΠ

Alemhây-ı Padişahı veya Elviye-i Osmanî de denen saltanat sancakları. Asıl saltanat -sancağı ak alem adını taşıyordu. Her yeni padişah, üzerine kendi adı işlenmiş bulunan yedi sancak yaptırırdı. Bu gelenek 19. yy’a doğru kısmen unutuldu. III. Selim’in saltanat sancaklarından teki 10 m boyundaydı. Osmanlı alemlerinde ak, şil, kırmızı renkte zeminlere hilâl, yıldız, zülfikar, âyet, çiçek vs. işlenirdi. 

ALKIÇ/ALKIŞ 

Dua ve yakarı anlamında, eski geleneklerdendi. Başta cülus merasimi olmak üzere, daha önceleri divan-ı hümayun çavuşları’nın, Tanzimat'tan itibaren de hademe-i hassa denen görevlilerin yaptıkları gösteriydi. Bunlar, ser-alkışçı ya da alkışçıbaşı denen yöneticinin işaretiyle: "-Uğrun açık olsun, ikbâlin efzun, Padişahım devletinle bin yaşa!", "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!" gibi sözleri hep bir ağızdan bağırırlardı. Alkıç deyimi II. Abdülhamid döneminde kullanıldı. Padişah tahta otururken, bayram tebriklerini kabul ederken, sokağa çıkarken, cuma namazına giderken alkış yapılırdı. Ayrıca sadrazam İçin de alkış yapıldığı olurdu. 

AL TARAKLI BURSA 

Bursa’da dokunan ipekli kumaş. 19. yy’da çarşaf denen üstlük yaygınlaşınca önem kazandı. İki yanında taraklı denen çizgiler vardı. 

ALTILIK 

II. Mahmud döneminde basılan altı kuruşluk sikke. Yarım (üçlük) ve çeyrek (altmış paralık) ufaklıkları vardı. Halis gümüşe yakın ayarda ve 13.8 gr ağırlığındaydı. 

ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE 

1854’te İstanbul’da Şehremaneti kurulduktan sonra Başkent 14 bölgeye ayrılmış, bunlardan 6.’sı olan Beyoğlu-Galata semtlerinde ise 1858’deki ilk belediye örgütüne bu ad verilmişti. Bu kuruluş "Dersaadet İdare-i Belediye Nizâmnâmesi" ile belediyecilik mevzuatını örnek düzeyde uygulamıştı. 

ALTINYOL 

Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nde uzun bir koridorun adı. Burasının, Osmanlı tarihi ve Osmanoğulları açısından ayrı bir önemi vardır. 1808’de III. Selim’in ardından idamı tasarlanan Şehzade Mahmud, saray kadınlarının ve haremağalarının yardımı ile bu koridordan kaçırılarak cellatlardan kurtarılmış, tahta çıkması sağlanmıştır. 

ALTMIŞLI 

Müderrislere özgü bir ilmiye rütbesi. Altmışlı kadroları İstanbul rüusu’ndan sayılıyordu. İbtida-i hariç müderrisliğinden, Dârü’l-Hadis-i Süleymaniye müderrisliğine dek on bir aşamalıydı. Son aşamadan yükselenler İzmir pâye-i mücerredi rütbesini alırlardı. 

ALTMIŞLIK 

Önce III. Mustafa döneminde, daha sonra Abdülmecid zamanında basılan 60 paralık müş sikke. 

AMAME 

Başa sarılan sarık. II. Mahmud, padişahlara özgü "Amame-i Şerife" denen ve değişik formları bulunan başlığı bırakmış, fes kullanmaya başlamıştı. Fes kısa zamanda yaygınlaşınca, sarık sarma, ilmiye mensuplarına ve tarikatçılara mahsus oldu. Amame’ye imame de deniyordu. Yeşil, sarı, beyaz renkte olanları değişik anlamlar ifade ediyordu. Beyaz amame, kefeni temsil ediyor ve bunu taşıyanın ölüme her an hazır olduğunu gösteriyordu. Amame sarmanın, kullanmanın birçok kuralı vardı. 

AMEDΠ

Önceleri, dış ilişkilerden sorumlu Reisülküttab’ın sekreterine deniyordu. 19. yy ortalarına doğru Bâ-bıâli reformu gerçekleşince Saray’a yazılacak sadrazam telhis ve takrirlerinin, yabancı ülkelere gönderilecek mektup ve notaların, anlaşma metinlerinin, şifrelerin, raporların yazıldığı, çözüldüğü, değerlendirildiği en önemli büroya amedî odası, bunun âmirine de amedî dendi. Amedî efendi son dönemlerde Heyet-i Vükelâ’nın sekreterliğini de yaptı. 

AMEDÎ KALEMİ 

Bir yandan da bir okul işlevi yapar, bürokrat ve diplomat yetiştirirdi. Son dönem Osmanlı devlet adamlarının çoğu buradan yetişmiştir. Bu bakımdan amedî kalemi, eski Enderun’un işlevini yüklenmişti. Buradan yetişenler "amedî odası çıraklığı" ile çeşitli görevlere atanırlardı. 

AMEDÎ ODASI 

Bâbıâli’de saray-hükümet ilişkilerini düzenleyen, dışilişkileri yönlendiren en önemli büro. Burada çok sayıda yetişkin kâtip hizmet verirdi. Bu kâtiplere "amedî odası hulefâsı" deniyordu. 

AMEDİYE RESMİ 

Osmanlı ülkelerinde bir yerden bir yere götürülen emtia ile ithal edilen mallar için peşin alınan bir tür gümrük vergisi. Ancak bunun dâhilî olanı, reftiye, müruriye, masdariye denen benzer vergilerle birlikte % 12 oranına ulaşırken, dışarıdan getirilenin vergisi % 5 oranında kalırdı. Bu yüzden ithal malları ucuzluk ve kalite bakımından rağbet görürdü. Bu kötü vergilendirme, yerli sanayii iflasa sürükleyen etkenlerin başındaydı. Amediye resmine bağlı ticarete "amediye ve transita ticareti" denmekteydi. Tanzimat’tan önce eyalet memurlarına yolluk olarak halktan toplanan vergiye de amediye resmi denirdi. 

AMED ve REFT 

Osmanlı bürokrasisinde gelen evraka "amed", giden ya da kayıttan düşülene de "reft" yazılırdı. "Reft" yerine "şüd" (gitti) deyimi de kullanılırdı. 

ÂMİN ALAYI 

Tanzimat'tan sonra okulların çoğalması ve okumaya hevesin artması ile birlikte yerleşen bir gelenek. Okul çağına gelen çocuk, pazartesi ya da perşembe günü dini bir törenden sonra özel bir kalabalıkla ilahiler söylenerek okula götürülür, hocasına teslim edilirdi. Hoca da ilkin "Allah" adının simgesi olan "elif" harfini öğretir, âmin alayı sona ererdi. 

ÂMİRE 

19. yy’dan başlayarak kullanılan ve yeni yapılan devlet kurumlannın kamusal özelliğini göstermek üzere adlarına ulanan sıfat. Birçok Osmanlı kurumunda görülür: Matbaa-i âmire, tersane-i âmire gibi. 

AMUD-I NESEBİ 

Padişahlığın babadan oğula geçmesi kuralı. I. Ahmed’e dek bozulmadı. I. Ahmed öldüğünde çocukları çok küçük olduğundan kardeşi Mustafa tahta oturtuldu. Bu, sözkonusu kurala aykırıydı. Daha sonra "bil-irs ve’l-istihkak" kuralınca hanedanın en büyük erkek üyesine taht yolu açıldı. 

AN CEMAATİN TEVZİ (toplum üzerine dağıtım) 

Tanzimat'tan sonra yeni konan vergilerin lımında ve toplanmasında uygulanan yöntemlerden biri. Bir kasaba halkının ödemesi gereken toplam vergi miktarı hükümetçe belirlenir, yerel meclis bu miktarı köy ve şehir yükümlülerine, durumlarına uygun biçimde ve "hane başı" hesabı ile dağıtırdı. Uygulamadaki haksızlıklar yüzünden başarılı bir sistem olamadı. 1858’de kaldırıldı. Tahrir (yazım) sistemi getirildi. 

ARAKÇİN-ARAKİYE 

Fes altına giyilen ter emici takke. Tiftikten ya da pamuktan yapılırdı. 

ARAK RESMİ 

Osmanlı Devleti’nin rakı satışı için koyduğu vergi. 

ARALIK TEVZİİ 

Tanzimat’ın getirdiği vergi düzenlemelerinden önce, iki taksitte alınan asıl vergilerden ayrı olarak bütçe açıklarını kapamak için konan ek vergilere denirdi. 

ARASTA 

Anadolu ticaret yaşamında, belirli esnaf gediklerinin kümelendiği çarşı birimleri. Arastalar, büyük camilerin, külliyelerin yakınında olur, birbirine bitişik arastalar çarşı dokusunu oluştururdu. Arastalar, revaklar ve karşılıklı saçaklarla ya da asma sarmaşık örtüleri ile gölgelendirilirdi. İstanbul’dan çok taşrada görülen arastaların yoğun iş zenleri 19. yy’da yerli sanayiin çöküşüyle birlikte bozulmuş, yemenici, bakırcı gibi mahdut iş kollarının arastaları ise bir süre daha işlevini sürdürmüştür. 

ARAYICI ESNAFI 

Evlerden çöp toplayan, karşılığında her haneden bir miktar ücret alan temizlik işçilerine deniyordu. Arayıcı esnafı, topladığı çöpleri deniz kıyılarına taşır, ayıklayıp işe yarayanları aldıktan sonra gerisini denize atardı. 

ARAZİ 

Padişah malı sayılan Osmanlı topraklarının tümü. Bu toprakların kullanılması Tanzimat'a gelesiye fıkıh kurallarına bağlı kalmış; arazi-i öşriyye, arazi-i haraciyye, mukataalı arazi ve tetimme-i sükna (arsa) olarak başlıca dört grupta toplanmıştı. Arazi'nin kullanımı için yeni esaslar, 1847'de belirlendiği gibi, 1857’de çıkarılan Arazi Kanunu ile tımar sistemi kaldırıldı. Arazi türleri ise, memlûke, mirîye, mefkufe, metruke, mevat olarak beş gruba ayrıldı. 

ARAZİ-İ MEMLÛKE (mülk toprakları) 

Arazi Kanunu uyarınca mülkiyet hakkı özel ve tüzel kişilere bırakılan, serbestçe alınıp satılabilen topraklar ve arsalar. Eski öşriyye ve haraciyye arazileri de bu kapsamda tutulmuştu. 

ARAZİ-İ METRÛKE (bırakılmış topraklar) 

1857 Arazi Kanunu uyarınca, yol, meydan, harman yeri, köy ve kasabalara ait meralar, mezarlık, baltalıklar, panayır, pazar yerleri, namazgâhlar bu kapsamda sayılıyordu. Bunların mülkiyeti kamunun, kullanım hakkı ise bir veya birkaç köy ve kasaba halkının idi. Ancak, yol, pazar yeri, meydan gibi yerlerden herkes yararlanabilirdi. 

ARAZİ-İ MEVAT (ölü topraklar) 

Köy ve kasabaların uzağında, mülkiyeti kimseye ait olmayan, ekilip biçilmeyen, boş ve ıssız topraklarla kırlar, dağlık taşlık alanlar bu kapsamdaydı. Bu tür yerleri şenlendirenler, yani ekilip biçilir duruma getirenler devletten izin alarak ve "tapu-yu misil" ödeyerek kullanım hakkı kazanabilirlerdi. 

ARAZİ-İ MEVKUFE (tutulmuş topraklar) 

Kamu yararına bir hizmete ayrılmış bulunan topraklar. Arazi Kanunu çıkmazdan önceki şer’i toprak hukukunun belirlediği esaslara bağlı vakıf topraklar. Bunların her türlü işlemleri ve kullanım hakları 1838’de oluşturulan Evkaf Nezareti’ne bırakılmıştı. 

ARAZİ-İ MİRİYE (kamu toprakları) 

Arazi nu’nun tanımlanmasına uygun olarak halkın ortak kullanımına bırakılan yaylak, otlak, kışlak, koru, çayır gibi topraklarla devlet malı sayılan tarlalar ve çiftlikler bu kapsamdaydı. 

ARAZİ TAHRİR DEFTERLERİ 

Defterhane’de saklı tutulan, vilayetlerdeki arazi türlerini, toprak durumunu mufassal (ayrıntılı) veya mücmel (özet) gösteren ana kayıt defterleri. Tanzimat'ı önceleyen iki yüzyıl boyunca toprak sayım ve yazımları yenilenmemiş ve bu eski defterler toprak hukukuna ilişkin dâvalarda biricik dayanak olagelmişti. A’RİZA (sunu yazısı) Tanzimat bürokrasisinde ast makamlardan üst makamlara yazılan ve başlıbaşına bir veya birkaç konuyu içeren ayrıntılı yazı. 

ARMADOR ERİ 

Tersane-i Âmire’de görevli "gedikli" de denen Rum asıllı usta ve işçiler. Rum ayaklanmalarından sonra bunlara güven duyulmaz olduğundan Tersane'den ve gemilerden çıkarıldılar. 

ARMALI BEŞİBİRLİK

Beşibirlik denen 500 kuruşluk altın paranın daha geniş çaplı ve üzerinde Osmanlı arması işlenmiş olanı. Ziynet altınıydı. 

ARPA EMİNİ 

Başkentte yem sıkıntısı sini sağlayan örgütün başındaki görevli. 19. yy sonlarına dek İstanbul'da şehir içi taşımacılığında hayvan gücü ilk sırayı aldığından arpa, saman, ot gibi hayvan yiyeceğinin önemi büyüktü. 

ARPALIK 

Tanzimat öncesinde yaygın bir ödeme biçimi. Kimi devlet görevlilerine ve ilmiye mensuplarına belli yerlerin cizyeleri tahsis edilirdi. Fakat bu tür arpalık uygulaması çoğu kez ilgilinin gereksinimlerini karşılamadığından rüşvetle iş görülürdü. 19. yy’da ise sadrâzam, şeyhülislâm ve sayılı bilim adamlarına arpalık adı altında birkaç yörenin kadılığı verilmeye başlandı. Bunlar, birer nâib atayarak yargı harçlarının bir bölümünü naibe bırakıp kalanını kendileri alıyorlardı. Tanzimat'tan bir sûre sonra bu yöntemden de vazgeçildi ve tarik maaşı (yol aylığı) ödenmeye başlandı. Bu uygulamaya da 1908’de son verildi. Arpalık ve tarik maaşı, emeklilere de ödenirdi. 

ARSLANIM 

Osmanlı padişahlarına, annelerinin (valide sultanlar) resmî hitap şekli. Valide sultanlar, "oğlum", "evladım" diyemezler, yazılarında ve konuşmalarında bu şekilde hitap ederlerdi. 

ARŞIN 

Parmak ucundan dirseğe kadarki ğu esas alan ölçü birimi. Osmanlı Devleti'nin kapanışına dek kullanıldı. 

  • Çarşı Arşını: 68 cm idi. 1/8’ine "rubu", 1/16’sına "kerah" denirdi. 
  • Endaze: 60 cm idi. İpekli, işlemeli pahalı kumaşların ölçümünde kullanılırdı. 
  • Zira-i Mimari: Mimar arşını da denirdi. 75.8 cm idi. İnşaat ve toprak ölçümlerinde geçerliydi. 

ARTİK 

Tanzimat'ın ilk yıllarında, gazetelerde yer alan ve bizdeki ilk makale örnekleri olan yazılara verilen ad. 

ARZ-I DÂİ-İ KEMİNE 

"Kusurlu duacınızın sunuşudur." anlamında, yazıya giriş cümlesi ve hitabı. Bu hitap biçimini ilmiye pâyeliler, özellikle de kadı ve naibler kullanırdı. 

ARZ-I İHLAS EYLEMEK 

Daha önceki isyancı davranışları bırakıp bağlılık sunmak. Bu amaçla Eyalet valisine ya da komutana bizzat başvurup suçunu bağışlatmak anlamındadır. 

ARZ-I MAHZAR 

Halk adına sunulan çok imzalı tutanak.

ARZ-I UBUDİYET (bağlılık sunuşu) 

Yarı bağımsız veya bağımlı iken bağımsızlık isteğiyle ayaklanan fakat başarılı olamayanların padişaha yeniden kulluk saygısı göstermesi ve bağışlanma dilemesi. Örneğin, birçok başarıdan sonra Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1845'te İstanbul’a gelerek Padişah Abdülmecid’e arz-ı ubudiyet’te bulunmuş, ayağına öpmüştü. 

ARZ TEZKİRESİ 

Bâbıâli’den Saray’a yazılan ve genellikle sadrâzamın imzasını taşıyan karar metni. Bu yazı, mâbeyn başkâtibi tarafından padişaha özetlenerek sunulur, görüşü alındıktan sonra kısa bir "derkenar" eklenerek Bâbıâli’ye geri gönderilirdi. 

ARZUHAL/Ârz-ı hâl (durumu sunma) 

Kişiyi ya da bir topluluğu ilgilendiren, yönetsel veya yargıya ilişkin bir işlemin yapılması, değiştirilmesi ya da kaldırılması için ilgili makama verilen dilekçe. 

ARZU-YU ŞÂHANE (Sultanlık isteği) 

Abdülaziz döneminde sıkça kullanılan bir deyim. Bâbıâli'den gelen arz tezkirelerine konan derkenarlarda bu deyim, kesin buyruk anlamında yer alırdı. 

ASABE 

İkinci sınıf mirasçı. Mecelle'ye göre, "eshab-ı feraiz" denen birinci derece mirasçılardan tan bir kısım miras payını alma hakkına sahip kişiler. 

ASAKİR-İ BAHRİYE-İ NİZAMİYE 

İlk düzenli deniz birlikleri. Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ye koşut olarak eski kalyoncu, bahriye azebi gibi denizci sınıfların yerine ve Tanzimat’ın getirdiği kur’a usulü ile genç ve yetenekli erlerden oluşturuldu. Bunların subay gereksinimi için de 1846’dan sonra mekteb-i bahriye denen subay okulu açıldı. 

ASAKİR-İ HASSA (hassa askerleri) 

Asakir-i Mansure-i Muhammediye örgütü kurulduktan sonra eski bostancı sınıfı da kaldırıldı. Saray güvenliği için bir nizamnameye bağlı olarak yeni bir sınıf düzenlendi. Asakir-i hassa adı verilen 1.500 kişilik bu yeni sınıfın komutanı binbaşı rütbesindeydi. Ayrıca serasker eşidi bostancıbaşı denen bir üst komutanı daha vardı. Bu görev daha sonra mâbeyn müşirliği adını aldığı gibi asakir-i hassa’ya da "bâb-ı hümayun hademesi" dendi. 

ASAKİR-İ MANSURE-İ MUHAMMEDİYE 

Yeniçeri Ocağı’nı kaldıran II. Mahmud’un oluşturduğu modern ordu. Serasker denen komutanın buyruğunda, 8 "tertib" (tabur) ve her tertibi 16 "saf" (bölük)tan oluşuyordu. 1828’de bu adlar değiştirilerek alay, tabur, bölük düzeni, yüzbaşı, binbaşı, kaymakam, miralay, mirliva, ferik ve müşir rütbeleri getirildi. Miralaydan büyük rütbelilere "paşa" sanı da verildi. Bu ordu 1843’te bir kez daha yenilenmeye çalışıldı. 1834’te açılan Mekteb-i Harbiye, bu orduya subay yetiştirmekteydi. 

ASAKİR-İ MUVAZZAFA 

Bölgesel ayaklanmaları bastırmak için oluşturulan milis bölükleri. Bunların komutanı genellikle yörenin derebeylerinden seçilir ve "Asakir-i Muvazzafa Sergerdesi" sanı verilirdi. 

ÂSÂR-I ATİKA MÜZESİ (Eski Eserler Müzesi) 

Topkapı Sarayı dâhilinde 1909’da açılan ve ücret karşılığı gezilen ilk müze. Daha önce açılan öteki müzeler ise ücretsiz olarak herkese açıktı. 

ÂSÂR-I ATİKA NİZAMNAMESİ 

Eski eserler tüzüğü. 10 Nisan 1916'da yayınlandı ve yarım yüzyıl yürürlükte kaldı. Eski eser tanımını, aranmasını, korunmasını ve eski eserlere zarar verenlere uygulanacak cezaları içermekteydi. Bundan önce ise 1874'te çıkarılmış aynı adı taşıyan daha basit bir tüzük yürürlükteydi. 

ASHAB-I SEFÂİN 

Armatörler. Osmanlı sularında deniz ticareti yapan gemi sahiplerine deniyordu. 

ÂSİTANE (-İ ALİYYE) 

"Eşik", dergâh" anlamındaki bu söz, büyük tekkeler için kullanılıyordu. Zamanla İstanbul için de geçerli oldu. Çünkü, herkesin işi burada sonuçlanıyor, en büyük ve yetkili makam İstanbul’da bulunuyordu. Bunun için de başkent Âsitane-i Aliyye (en yüce eşik) olarak anılmaya başlandı. Tanzimat'ta ise daha çok Dersaadet deyimi geçerli oldu. 

ASKER MADDESİ 

Tanzimat’ın getirdiği, askerlik yaşını, süresini, yükümlülük kapsamını içeren yeni durum. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndaki başlıca konulardandı. 

ASR 

Çağ, uzun dönem anlamındadır. İslâm ve Osmanlı tarihçileri tarihi iki asr’a ayırmışlardır: Asr-ı Atîk (Âdem’den İslâm’ın doğuşuna kadar olan dönemler), Asr-ı Cedîd (İslâmlıkla başlayan uyanış ve kurtuluş çağı). Bu dinsel tarih anlayışı ve yaklaşımı Tanzimat dönemine dek korunmuş, ancak 19. yy tarihçileri, Batı’nın tarih dönemlerine ilişkin görüşlerini bir ölçüde kabule yanaşmışlardır. Kimi yazarlar 19. yy'a da asr-ı cedid demişlerdir. 

ASUMANI ÇİZME 

İlmiye sınıfına mensup lerin giydikleri çizme. Özel kıyafetlerini tamamlayan ayakkabıları da renk ve biçimce farklıydı. Müderrisler açık mavi çizme giyerler, bunu başkaları kullanamazdı. 

ASYA-İ OSMANΠ

Asya kıtasındaki Osmanlı toprakları: Anadolu, Suriye, Irak ve Arabistan. Daha çok bir harita terimi olarak kullanılmıştır. 

AŞÂİR (aşiretler-göçebe topluluklar) 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da göçebe düzeninde yaşayan ya da hayvancılıkla geçindikleri için geniş otlaklara gereksinim duyan, hareketli yaşamları yüzünden her yıl toplumsal olaylara neden olan oymaklar. Bu toplulukların oluşturduğu en önemli birlik "Rişvan aşâiri" adını taşıyordu. Tanzimat'tan önce ve Tanzimat döneminde bu oymakları yerleşik düzene alıştırmak ve itaate almak için girişilen çabalar yetersiz kaldı. 

ÂŞÂR (Öşür) 

"Ondabir" anlamındaki "öşr"ün çoğulu olup toprak ürünlerinden alınması gerekli şer’i verginin adıdır. Bu vergi, Tanzimat’tan önce dirlik sahiplerine ödeniyor, bölgelere göre de 1/2 ilâ 1/10 arasında değişik oranlarda uygulanıyordu. Tımar sisteminin kaldırılmasından sonra ve mat'ın vergilere ilişkin yeni esasları yürürlüğe konunca aşarın toplanması mültezimlere bırakıldı. Bu uygulama ise büyük haksızlıklara yol açtı. 

AŞİRET 

Korunma ve yaşama düzenini kendi içinden bir başkanın yönetiminde sağlayan, genellikle göçebe yaşayan küçük topluluk. Boy, uruk, oymak. 

AŞİRET BOYBEĞİSİ 

Göçebe oymakların güvenliğinden, yaylaya gidiş dönüşlerinden, vergilerinin zamanında ödenmesinden, sağa sola zarar vermemelerinden resmen sorumlu tutulan oymak beyi. 

AŞİRET MEKTEBİ 

II. Abdülhamid’in buyruğu ile 1892'de Arap aşiretlerinden getirilen çocuklar için İstanbul'da açılan özel okul. Sonraki yıllarda Arnavut, Kürt çocukları da bu okula alınmıştı. Amaç, Panislâmizm düşüncesine hizmet edecek gençler yetiştirmekti. Fakat bu amaç elde edilemediğinden 1907’de kapatıldı. 

AŞİRET MÜDÜRÜ 

1876 tarihli İdare-i Nevahi Nizamnamesi'ne göre doğu bölgelerindeki kimi aşiret beylerine verilen unvan. Aşiret beyleri birer nahiye müdürü kabul edildi. Bundan amaç, oymakların disiplinini, vergilerinin zamanında toplanmasını ve göçebelerin, yerleşik düzende yaşayanlara zarar memelerini sağlamaktı. 

ATABEĞ-İ SALTANAT 

Sultanlık nâibliği. Abdülaziz'in hallinden sonra tahta çıkarılan V. Murad delilik belirtileri gösterince Serasker Hüseyin Avni Paşa, bu unvanla diktatör olmayı tasarlamış, fakat birkaç gün sonra Çerkez Hasan Vak’asında yaşamını yitirmişti. 

ATAYÂ-YI İLAHΠ

"Tanrının bağışları" Tanzimat düşünürlerinin "hürriyet" için ileri sürdükleri bir tanım: Bu açıdan özgürlük, insanlara bir tanrı bağışı sayılıyor ve onu hiçbir gücün kısıtlayamayacağı kabul ediliyordu. 

ATEBE (eşik, sedir, sofa) 

Osmanlılar’da "taht yeri", "saltanat makamı" demekti. Yazışmalardaki hitap veya giriş cümlesinin; atebe-i ulyâya (yüce makama), atebe-i ulyâ-yı mülûkâneye (yüce sultanlık makamına), atebe-i ulyâ-yı hazret-i hilafetpenahîye (halife hazretlerinin yüce katına) biçimlerinde oluşu yazının Saray’a yazıldığını gösterirdi. 

ATEBE-İ SİPİHR-İ’TİLÂ-YI HAZRET-İ SULTANΠ

Valide sultanlara gönderilen yazıların hitap cümlesidir. Bu tür yazıların sonu ise "emr ü ferman hazret-i veliyyetü’l-emr efendimizindir" biçimindeydi. 

ATEŞ KAYIĞI 

İstanbul Boğazı’nda yük taşıyan ince uzun, 3 veya 4 çifte kayıkların adı. Bunların bir görevi de yangın çıktığında tulumba takımlarını son süratle taşımaktı. Bu nedenle de ateş kayığı olarak anılırdı. 

ÂTIFET-İ SENİYYE (sultanlık ihsanı) 

Padişahça, önemli bir göreve ödüllendirilmek amacı ile atanma. 

ATİYYE-İ SENİYYE (i-celile) (Yüce makamın bağışı) 

Açıkta kalan emektar devlet görevlilerine, başarılı çalışmalar yapanlara, yaşlanıp görev yapamaz duruma gelenlere, padişahça bağışlanan para veya işe yarar hediye. Genellikle Ramazan, bayram, cülus yıldönümü gibi vesilelerle dağıtılırdı. 

ATLAS 

İnce ipekten koyu kırmızı (al), lacivert ya da siyah renkte değerli kumaş. Entari, şalvar, örtü, astar, perde, bohça, kese yapımında kullanılırdı. 

AT MEYDANI 

Sultanahmet Meydanı'nın eski adı. Osmanlı tarihinde birçok siyasi olayın yanısıra görkemli eğlencelerin ve törenlerin de anısını taşıyan bu meydan, Sultan Abdülaziz’in buyruğu ile 1863’te parka dönüştürüldü. İlk Osmanlı sergisi de burada açıldı. At Meydanı deyimi ise Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra unutuldu ve Sultanahmet Meydanı denilmeye başlandı. 

ATUFETLÛ (koruyan, esirgeyen) 

Bâlâ rütbesindeki sivil memurlarla Ferik rütbeli askerler için yazılarda kullanılan resmi hitap sanı. "Atufetlû efendim hazretleri", "atufetlü paşa" biçimlerinde yazılırdı. 

AVAM (Avamm-ı nas) (halk) 

Soyluluk seçkinlik özelliği bulunmayan, servetten mülkten yoksun herkes. 19. yy'dan önce pek kullanılmayan bu deyim, havas karşıtı ve daha çok okuyup yazması olmayan halk çoğunluğunu anlatmak için Tanzimat'tan sonra kullanıldı. Fakat havas ile avam arasında kesin bir ayırım yoktu. Okuyan, bilim sahibi olan ya da âyan, eşraf niteliği kazananlar avamdan ayrılmış sayılırlardı. 

AVARIZ-I DİVANİYE (salma, salgın) 

Tanzimat döneminde kaldırılan olağanüstü durum vergisi. 19. yy'a gelesiye bu vergi, olağanüstülükten çıkmış, her yıl giderek artan oranlarda alınır olmuştu. Aslında bedensel bir yükümlülüktü, Yol, köprü rında çalışılmakla ödenirken sonradan paraya çevrilmişti. Avarız akçası, sekban, cerahor, azeb, kürekçi bedeli, nüzul zahiresi, sûrsat akçası veya zahiresi, imdad-ı seferiye... gibi adlarla toplanırdı. Rüsum-ı örfiye’den sayılan bu verginin kaldırılması Tanzimat'ın malî alandaki başlıca başarılarından oldu. 

AVARIZ SANDIĞI 

Esnaf kuruluşlarının özel nitelikli kredi sandığı. Daha çok Balkan kentlerinde görülen bu tür sandıklar, esnafa kredi vererek ticaretini geliştirmesini sağlıyordu. Midhat Paşa’nın Tuna valiliği döneminde avarız sandıkları iflastan kurtarıldı. Avarız Mütevellisi Avarız sandığını yöneten esnaf temsilcisi. 

AVARIZ VAKFI 

Hayırsever zenginlerin, yoksul halkı avarız yükümlülüğünden bir ölçüde kurtarmak için tesis ettikleri bir vakıf türü. Bu vakfın geliri, o yörenin yükümlülerinin toplam avarız akçası karşılığı ödenir, yetmezse artanı halk tarafından ödenirdi. Tanzimat’la avarız kaldırılınca, bu vakıfların gelirleri bir süre yerel kamu hizmetlerinde kullanıldı. 1930’da belediyelere bırakıldı.

AVCI TABURU

Merkezi Selanik’teki 3. Ordu bünyesinde eğitilen, görevleri Rumeli’deki eşkıyalık hareketlerini önlemek olan özel birlikler. 

AVNİYE 

Yeniçerilere özgü bir kıyafet iken Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde yağmurluk biçiminde kullanımı moda olan bir üstlük. Bedeni ve kolları bol, aynı zamanda kukuletalıydı. Çuhadan yapıldığı için sıcak tutar ve su geçirmezdi. 

AVRUPA-İ OSMANΠ

Avrupa kıtasındaki Osmanlı toprakları, 19. yy’daki büyük kayıplardan sonra 20. yy’da Trakya bölümü elde kalmıştı. 

AYAK NÂİBİ 

Büyük kentlerde görev yapan Kadı’nın, uzak semtlerdeki vekilleri. Ayak nâibi, Kadı adına narh uygulamalarını denetler, ilk sorgulamaları yapardı. İstanbul’daki ayak naiblerinin sayısı 19. yy’da 40 kadardı. 

ÂYAN 

18. yy’da taşradaki nüfuzlu kişilere verilen yarı resmî unvan. Âyan, kendi bölgesinin eşrafı arasından sivrilir, birtakım yetkiler de elde ederek yönetime ortak olurdu. II. Mahmud’un çabalarına karşın derebeyi-âyanların etkinlikleri Tanzimat döneminde de bir ölçüde sürdü.

ÂYAN ÂZASI 

1877 ve 1908’de Meclis-i Meb’usan ile çalışmalara başlayan "hey’et-i âyan"a (senato) seçilen üye. Bu seçimi padişah yapardı. Ömür boyu koşulu ile âyan âzası olabilmek için kırk yaşını geçmiş, yüksek görevlerde bulunmuş olmak gerekiyordu. 

ÂYAN MECLİSİ 

Osmanlı Senatosu. • Hey’et-i Âyan 

AYAR 

Altın ve gümüş paraların hâlislik derecesi. Hâlislik oranı yani ayar yükseldikçe para da değer kazanır, düştükçe itibari değerinin altında bir kıymet ifade ederdi. 

AYASOFYA KÜRSÜ ŞEYHİ 

Cuma vaizlerinin en üst derecelisi. Aynı zamanda bir tarikatın şeyhi de olan Ayasofya kürsü şeyhleri, her dönemde etkileyici olmuşlardır. Çünkü cemaati kalabalık selâtin câmilerde vaaz ederler, halkı kolaylıkla yönlendirebilirlerdi. 

AYNALI ALTIN 

III. Mustafa döneminde (1757-1774) basılan altın para. Uzun zaman tedavülde kaldı ve üzerindeki bezemelerden ötürü halk tarafından bu adla tanındı.

AYROPA 

Osmanlı sarayı Harem Dairesi’nin en yetkili kadın görevlisi Hazinedar Kalfa’nın giydiği özel biçimli elbise. Göğsü kısmen açık, ceket boyunda, üzeri işlemeli bir kostümdü. Avrupa’dan geldiği için galat olarak "ayropa" denmişti. 

AYVAZ 

İstanbul’daki büyük konaklarda hizmet yapan ve çoğu Van yöresinden gelen Ermeni ya da Kürt asıllı gençler. 19. yy ikinci yarısında İstanbul’daki ayvaz sayısı giderek artmış, buna karşılık 20. yy’ın ilk çeyreğindeki savaş yılları ardından konaklarda ayvaz kalmamıştı. Resmî dairelerde de bu adla hademe istihdam edilirdi. 

AZADLI KÖLE 

Efendisi tarafından "ıtıknâme" denen belge ile özgürlüğü verilen köle. İslâmlıkta bu şekilde özgürlüğe kavuşanlara "ma’tuk" veya "mevali" de denirdi. En kalabalık azadlı köle toplumu Yeniçeri Ocağı idi. Köleliğin yasaklanmasından sonra da insan ticaretinin önüne geçilemedi ve Tanzimat döneminde Avrupa’daki gibi Türkiye’de de el altından köle alım satımı yapılıyordu. 

AZİZ-İ MISIR 

Eski Çağ’da Hz. Yusuf Firavun Riyan’ın maliye nazırı olarak Mısır’ı bu unvanla yönetmişti. Bundan esinlenen Mısır Valisi İsmail Paşa, Girit İsyanı’nın bastırılmasındaki katkısından ötürü Abdülaziz’den bu unvanı istedi. Fakat isteği kabul edilmeyerek 8 Haziran 1867’de "hıdiv" sanı verildi. 

AZİZİYE 

Abdülaziz döneminde (1861 -1876) satışa çıkarılan dördüncü tertip devlet tahvili. 

AZİZİYE FES 

Abdülaziz benimsediği için moda olan fes formu. Alt tarafı geniş tepesi kısmen dar, basık bir başlıktı. Püskülü ise, Tanzimat feslerine göre, alt kenardan aşağıya taşmayacak kısalıktaydı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yeni Rakı Tarihi

Varlık Vergisi 1942-1944

Şair Eşref (Kabrimi kimse ziyaret etmesin)