HİPOKRAT (M.Ö 460-377)
Yirmi asır boyunca tıbbı tekeline aldı; yemini ile doktorların vicdanı oldu / HİPOKRAT (M.Ö 460-377)
“Ne tür bir insanın hasta olduğunu bilmektense, insanın ne tür bir hastalığı olduğunu bilmek daha önemlidir.”Hipokrat
Kim derdi ki, Milattan Önce 460 yılında İstanköy’de (Kos Adası) doğan Hipokrat’ın (Hippocrates) adı, ölümünden binlerce yıl sonra bile, dünyanın dört bir yanında, doktorların mesleğe bağlılıklarını gösteren yemin ile birlikte kulaklarda çınlayacak.
Her ne kadar ailesi tıbba yabancı insanlar olmasa da, muhtemelen yakın çevresinden hiç kimse, Hipokrat’ın, meşhur Hipokrat Yemini ile çağları aşan bir şöhret yakalayacağını hayal edememişti.
Babası da bir hekim olan Hipokrat, Taşoz, Abdera (Güney Trakya), Larissa (Çanakkale, Ezine civarında) ve Kyzikos’ta (Balıkesir, Erdek civarı) baba mesleğini devam ettirmiş ve bir süre sonra İstanköy’e dönerek, ölene kadar burada hekimlik yapmıştı. Hayatına dair bilinenlerin çoğu Efes'li bir jinekolog olan Soranus kaynaklı olan Hipokrat ile ilgili bilgilere, 4. yüzyıldan kalma Aristo yazıtlarında da rastlıyoruz.
Soranus’a göre Hipokrat’ın babası Heraklides de fizikçi bir hekimdi. Yunan dönemi boyunca sanatçı ve entelektüellerin ilk kez gerçeği aramaya başladıkları bu altın çağda yaşayan ailenin tümünün hayatı tıp eksenliydi. Öyle ki Hipokrat’ın iki oğlu Thessalus ve Draco ve damadı Polybus da onun izinden giderek hekimlik yaptı. Bir başka fizikçi Galen’e göre ise Hipokrat’ın mirasına gerçek anlamda sahip çıkan Polybus olmuştu.
Soranus’un naklettiğine göre tıp fikrinin yeşermesi açısından elverişli bir ortamda yetişen Hipokrat, Trakyalı Fizikçi Herodikus’tan da ders almıştı. Hipokrat’ın İstanköy’de, 80, 90 yaşlarında öldüğü, yine bazı Yunan kaynaklarına göre de yüz yaşını devirdiği rivayet edilir.
Kaç yaşına kadar yaşamış olursa olsun, şu bir gerçek ki; Hipokrat, yaptıkları ile tarihe Tıbbın Babası olarak ismini yazdırmıştır. Tıbbı hurafelerden temizledi Hipokrat, Kutsal Hastalığa Dair (On the Sacred Disease) isimli eserinde sara (epilepsi) hastalığı üzerine yaptığı “Bana kalırsa ‘gizemli’ olarak bilinen bu hastalığın diğerlerinden farklı olarak kutsal ya da bilinmez bir tarafı yok; onun da tıpkı diğerleri gibi doğal bir sebebi var.
İnsanoğlu cehaletinden ve olağanüstülüklere düşkünlüğünden dolayı bu hastalığın doğasını kutsal kabul etme eğiliminde” tespitiyle de gösterdiği gibi, her zaman tıbbı hurafelerden ayıklamaya çalıştı. Ona haklı şöhretini kazandıran da budur.
Batıl inançlardan kaynaklanan hurafelerin, hastalıkların gerçek sebebi olduğunu reddeden ekolün kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat, aynı zamanda felsefe ile tıbbı müttefik haline getirmeye yönelik çalışmalarıyla da öne çıkmıştı.
Her platformda hastalıkların rın gazabından ziyade, insanların içinde yaşadıkları çevre şartlarının ve yaşam tarzından kaynaklanan alışkanlıklarının bir sonucu olduğunu savunan Yunanlı bilge, döneminin iki önemli tıp ekolünden biri olan ve hastalıklar söz konusu olduğunda insan vücudunu bir bütün olarak ele alan Kos ekolünün en önemli ismi olmuştu.
Diğer bir ekol olan Knidos (Datça) ise, belirli hastalıklar üzerinde yoğunlaşıyor ve teşhise dönük çalışıyordu. Ama en büyük handikabı insan vücudu ile ilgili yanlış inanışlardı; zira o devirdeki Yunan akidelerine göre insan vücudunu kadavra olarak kullanmak yasaktı. Bundan dolayı hastalığın teşhisi yerine; dışarıdan vücudu analiz ederek, hastalığın gelişim sürecine, yani klinik gözleme yönelen Kos ekolü, pasif tedavi yöntemlerini başarıyla uygulayarak, klasik tıbbın da merkezi olacaktı.
Kadavra kullanamayan Hipokrat, bundan dolayı birçok defa yanlış teşhis koyup, yanlış tedavi uygulamış da olsa, ölümünden sonra daha da palazlanan Kos ekolünün tüm başarılı tedavi yöntemleri, kendisine mal edilmişti. Gerçekten de kan, lenf ve safra ile bağlantılı rahatsızlıklara dönük başarılı reçeteler sunan Hipokrat, geride bıraktığı ve kendi adını taşıyan külliyatı Hipokrat yazıları (Corpus hippocraticum) ile bu şöhretini haksız yere kazanmadığını göstermiş oluyordu.
Hekimlerin tırnak uzunluğuna bile dikkat etti Hipokrat tıbbı, yüksek standarttaki profesyonelliği ile dikkat çekiyordu. Ünlü tıp bilgini, külliyatında doktorlara sürekli olarak temiz, düzenli, dürüst, soğukkanlı, anlayışlı ve ciddi olmalarını öğütlüyor; hasta kayıtlarının ve ateş, çarpıntı, ağrı, sızı gibi semptomlarla ilgili bulguların düzenli ve anlaşılır bir şekilde tutulmasını salık veriyor ve hatta doktorların tırnak uzunluğunun bile belli bir ölçüyü geçmemesi gerektiğini söylüyordu!
Hastaların kendileriyle ilgili gözlemlerin yanında aile bireyleri ve yaşadıkları çevre ile ilgili gözlemlerin de tedavi sürecinin bir parçası olduğuna dikkat çeken Hipokrat, hiç şüphe yok ki, klinik tedavinin mimarı olarak anılmayı hak edecekti. O çok meşhur yemine de beşiklik eden Hipokrat külliyatına gelirsek; bunların antik Yunan’dan kalma yaklaşık yetmiş kadar tıbbi yazıttan oluştuğunu söyleyebiliriz.
Her ne kadar “Bunların hepsi Hipokrat tarafından mı kaleme alındı?” sorusunun cevabı havada kalmış olsa da, uzmanlara göre, külliyatın bir kısmı Hipokrat’ın, kalanı ise takipçilerinin elinden çıkmıştır. Zaten konuların çeşitliliği, farklı yazım stilleri ve üzerlerindeki tarihler de tüm külliyatın tek bir kalemden çıkmadığı iddiasını kuvvetlendiriyor.
Bununla birlikte, içeriğinin ilham kaynağının Hipokrat olması, külliyatın, onun adı ile birlikte anılması için yetmekte. Bu arada külliyatın kendisi de, iddialara göre, ya İstanköy’deki bir kütüphanede bulunmuş ya da Milattan Önce 3. yüzyılda İskenderiye’de bir araya getirilmişti.
Hipokrat Yemini Hipokrat’ın mı?
Tıbbi uygulamaların ahlakına dair ufuk açıcı bir belge ve Hipokrat Külliyatının en önemli parçası olarak kabul edilen Hipokrat Yemini, her ne kadar son zamanlarda orijinalliği tartışılmaya başlansa da, Hipokrat’ın günümüz tıbbına yaptığı en büyük katkı olarak kabul edilir.
Kendisi böyle mi düşünmüştü bilinmez, ama kabul edilen görüş şudur ki; Hipokrat, yaklaşık 2 bin 500 yıl önce tıbbın kendine has bir sanat olduğuna inandığı için, bu sanatı icra edecek olanları, hukuken olmasa da ahlaki açıdan birleştirecek bir metin etrafında bir araya getirmek istemişti.
Son zamanlarda güçlenen bir görüşe göre ise, yemin, öğrencilerinden birinin kalemin den çıkmıştı.
Bununla birlikte yemin, ülkeden ülkeye ufak tefek değişiklikler yapılarak, doktorluğa adım atmadan önce tıp fakültesi mezunlarına ettirilse de, orijinaline en yakın çevirisi şu şekildedir:
"Hekim Apollon Aesculapions, Hygia Panacea ve bütün Tanrı ve Tanrıçalar adına. And içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, şifahi bilgileri ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi kötülük için değil, yardım için kullanacağım. Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım. Bu yemine sadık kaldıkça temiz bir hayat süreyim, herkesin saygısını, güvenini kazanayım, bunu yapmazsam her türlü felakete uğramayı hak etmiş olurum."
Mirası yirmi asır tıp dünyasına ışık tuttu Bugün ölümünün üzerinden neredeyse 2 bin 500 yıldan fazla zaman geçti, ama Hipokratsız bir tıp jargonu hayal bile edilemiyor. Zamanında koyduğu ilkeler ve getirdiği yaklaşımlar öylesine sağlamdı ki, tıp dünyası, uzunca bir süre Hipokrat’ın mirası ile işini görmek durumunda kalacaktı.
Hatta tıp tarihçisi Fielding Garrison’a göre Hipokrat’ın ölümünden sonra belli bir dönem tıp dünyası bir fetret devri yaşamış; bu bunalım, bir başka Yunan hekim Galen’in (M.Ö 200-129) Hipokrat Tıbbı’nı standartlaştırması ile aşılmıştı. Orta Çağ’da Araplar Hipokrat’ın yöntemlerini adapte etti.
Avrupa’daki Rönesans hareketi ile birlikte Hipokrat yöntemleri tekrar canlanarak 18. yüzyıla kadar, neredeyse yirmi asır kadar yürürlükte kalmış, klinik teknikleri Sydenham, Heberden, Charcot ve Osler gibi birçok tıp alimine ışık tutmuştu. Belki de Hipokrat ile ilgili en güzel sözü Fransız hekim Henri Huchard söylemişti: “Orta Çağ tıbbı Hipokrat’tan ibarettir.”
NOTLAR
• İstanköy’de (Kos) doğdu, burada hekim oldu ve burada öldü.
• Hastalıkların tedavisinde temizliğin ve dinlenmenin önemine dikkat çekti.
• İnsan vücudun içindeki kan, lenf ve safra gibi sıvıların (dört unsur olarak bilinir) dengesinin bozulması ile vücut dengesinin bozulduğunu ve hastalıkların baş gösterdiğini savundu.
• Hastalıkların doğaüstü olayların değil, çevre faktörlerinin sonucu ortaya çıktığını savunan ve zatürre, epilepsi (sara) hastalıklarının belirtilerini ilk tanımlayan hekim oldu.
• Düşünce ve duyguların kalpten değil, beyinden kaynaklandığı fikrini ilk ortaya atan isim oldu.
• Egzersiz ve dinlenme ile birçok hastalığın önüne geçilebileceğini savundu.
• Adı ile anılan Hipokrat Yemini, kendisi tarafından değil, büyük bir ihtimalle öğrencilerinden biri tarafından M.Ö 5. yüzyılda kaleme alındı.
• Yunanlı filozoflar Platon ve Aristo da kendisinden büyük hekim diye bahsetmiş, külliyatı yaklaşık yirmi asır kadar tıp dünyasına ışık tutmuştu.
Yorumlar
Yorum Gönder